Ana içeriğe atla

Bir Filmin Ardında: Call Me by Your Name ile Yüzleşmeler

"Call Me by Your Name" filmini izledikten sonra, içimde bir yerlerde bir şeylerin değiştiğini hissettim. İtalya’nın büyüleyici manzaraları, Elio ve Oliver’ın arasındaki o yoğun çekim... Tüm bunlar, içimde daha önce hiç dokunulmamış yerlere dokundu. O tutkulu yaz, sadece onların değil, sanki benim de hikayemdi.

Film, aşkın ve kaybın o karmaşık dansını anlatırken, beni de kendi iç dünyamla yüzleşmeye zorladı. Sevdiğim insanların yanımda olmasına rağmen onları özlediğimi fark ettim. Belki de Elio’nun yaşadığı o tarifsiz duygularla, onun acısıyla, kendi hislerimi tanıdım. Sevgi, özlem, kaybetme korkusu… Tüm bunlar, filmin her sahnesinde bana fısıldadı.

Yıllar geçtikçe, bu hisler bende derinleşti. Yalnız olmayı tercih ediyorum, tıpkı Elio gibi ama bir yandan da bu yalnızlığın ağırlığı altında eziliyorum. Filmde Elio’nun piyanonun başında geçmişe dair duygularını müziğe dökmesi gibi, ben de içimdeki karmaşayı kaleme döküyorum.

Duygularımın kontrolsüzce önüme çıkması, tıpkı Elio’nun Oliver’a olan duygularını bastıramaması gibi, beni anılarımın esiri yapıyor. Geçmişin hayaletleriyle savaşmak zor geliyor, ama artık bu yükten kurtulmak istiyorum.

O yüzden, filmdeki gibi bir dönüşüm yaşıyorum. Elio’nun sonunda kendisiyle yüzleştiği gibi, ben de kendimle yüzleşiyorum. Duygularımı bastırmaya çalışmaktan, ne istediğimi dile getirememekten ve kendimi hep bir arayışta hissetmekten VAZGEÇİYORUM!

"Call Me by Your Name", bana sadece bir aşk hikayesi değil, aynı zamanda kendimle ilgili özlediğim şeyleri hayata geçirmekle ilgili bir şeyleri tetikledi. Elio’nun o yaz yaşadığı her şey, sanki benim de bir parçam olmuş gibi hissettirdi. Ve şimdi, o yazın bıraktığı yankılarla, kendimle yepyeni bir sayfa açıyorum."

Not: Kitabını da mutlaka okuyun.

| 13 Ocak 2023

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Japonya Gezi Rehberi: Tokyo, Kyoto, Nara ve Osaka Deneyimi + İpuçları (2025)

Tokyo, Kyoto, Nara ve Osaka'yı kapsayan 7 günlük Japonya gezim boyunca hem fiziksel hem de zihinsel olarak bambaşka bir deneyim yaşadım. Japonya'nın daha önce pek de ilgimi çekmeyen kültürü, bu kısa geziden sonra izlemek, okumak, anlamak istediğim bir dünyaya dönüştü. Yeni bir ilgi alanının kapıları açılmış gibi oldu.  Tokyo'da İlk Günler: Sistem, Kaos ve Shinjuku Kedisi 21 Mayıs akşamı Tokyo'ya vardık. 11 saatlik uçuş yorucuydu ama sorunsuz geçti. Uçuş kiti dağıttılar. İçinde göz bandı, kulak tıkacı, çorap ve terlik var. Uçuş sırasında uçakta anons edilen dijital güvenlik giriş sistemi üzerinden VJW ile form doldurduk. Bu formun ülkeye giriş yapmadan doldurulması gerekiyor. Bir nevi pasaport kontrol adımı, formun sonunda alınan QR kodu ile yapılıyor. QR kod sistemi başta karışık görünse de Japon pratikliği daha ülkeye girerken kendini gösteriyor. Ulaşım, yön bulma gibi şeylerin zorluğunu çoğu videoda zaten duyarsınız. Anlatılmaz yaşanır bir konu adeta... Tokyo Narit...

Milano'dan İsviçre'ye: Doğanın Büyüsüyle Dolu Bir Yoluculuk

Bu yolculuğu yazmasam olmazdı.  19 Eylül 2024 sabahı, İzmir’den ayrılıp Olcay'la İstanbul’a gittik ve kısa bir bekleyişin ardından Milano uçağına bindik. Otele yerleşir yerleşmez sokağa çıktık. Interrail ile daha önce gezdiğim Milano'yu bu kez farklı bir gözle keşfettim. Smart Hotel’de konakladık, fena değildi. Duomo Meydanı’ndaki katedralin etkileyici mimarisini inceledikten sonra, Luini’de sıcacık panzerottilerle karnımızı doyurduk. Meydandan Navigli’ye doğru yürüdük. Yaklaşık 45 dakika sürüyor ama turist kafasıyla yürümek her zaman güzeldir, bilenler bilir. Tatlı cafelerle çevrelenmiş göl kenarı, hafif rüzgarlı hava ve keyifli insan manzaraları... Otelimize dönerken, yaşam standartlarının kıyaslanmayacağı, en azından farklı ülkelerde bu refleksin olmadığı bir dünya hayal ettim. Yine...  20 Eylül: Como Gölü’ne Yolculuk Ertesi sabah, 10:43 trenine atladık. Como Gölü’ne giden treni bulmak biraz karmaşık olsa da, Como S. Giovanni durağında inince gözlerimiz kamaştı.  Gölün...

Donna Tartt'ın Saka Kuşu: Kayıp, Sanat ve İnsanın Ruhsal Çöküşü

Donna Tartt'ın, 2013 yılında yayımlanan Saka Kuşu (The Goldfinch) romanını çok beğendim ve romanı bitirir bitirmez duygularımı yazmak istedim. Pulitzer Ödülü'nü kazanan bu eser, hayatın karmaşıklığını, kayıpları ve insanın hayatta karşılaştığı zorlukları derinlemesine işlemiş, aynı zamanda sanatın gücünü ve insan ruhunun en karanlık köşelerine nasıl etki ettiğini çok vurucu bir şekilde anlatmış. Saka Kuşu, bir insanın hayatındaki derin kırılmaların etkisiyle şekillenen çok çarpıcı bir hikâye... Romanın Konusu: Kayıp ve Buluntu Saka Kuşu , baş karakteri Theo Decker’ın hayatını ve onun içsel yolculuğunu anlatan bir hikâye etrafında şekilleniyor. Theo, bir terörist saldırısı sırasında annesini kaybeder ancak bu trajik olayda bir tabloyu, Carel Fabritius'un ünlü Saka Kuşu adlı tablosunu da yanına alarak hayatta kalır. Bu tablo, romanın merkezindeki önemli semboldür; Theo'nun hayatında kaybolmuş olan bir düzeni simgelerken aynı zamanda anılarının koruyucusu gibidir.  Roma...